Osmanlı Devam Etseydi Padişah Kim Olurdu? Bir İhtimalin Gölgesinde Yazılmış Hikâye
Bir sonbahar akşamıydı. Rüzgâr, Boğaz’ın kıyısında sararmış yaprakları savururken Nihan, eski bir ahşap sandığın kapağını kaldırdı. Sandığın içinden çıkan sararmış belgeler, mektuplar ve mühürlü bir fotoğraf albümüyle birlikte, tarihin nefesi odayı doldurdu. Albümün ilk sayfasında bir cümle yazılıydı: “Eğer Osmanlı yıkılmasaydı, kim başa geçerdi?”
Geçmişin Hayaleti: Bir İhtimalin Hikayesi
Nihan tarih öğretmeniydi. Ama tarih onun için sadece ezberlenecek bilgi değil, hissedilecek bir duyguydu.
O akşam, yanında oturan Emir’e döndü. Emir mühendis kökenli, rasyonel düşünen bir adamdı. Olaylara stratejik bakar, duygulara yer vermezdi.
“Emir,” dedi Nihan, “hiç düşündün mü, Osmanlı devam etseydi padişah kim olurdu?”
Emir gözlüğünü çıkarıp gülümsedi. “Duygusal düşünüyorsun Nihan. Tarih ‘eğer’lerle yazılmaz.”
Ama Nihan ısrar etti. “Belki yazılmaz ama hissedilir. Tarihin kalbi hâlâ bu şehirde atıyor.”
Emir’in Stratejik Düşüncesi
Emir, önündeki belgeleri dikkatle inceledi.
“Bak,” dedi, “eğer Osmanlı İmparatorluğu yıkılmasaydı, taht sıralamasına göre Abdülmecid’in soyundan gelen bir şehzade hüküm sürerdi. Yani bugünkü Osmanoğlu ailesinden biri. En olası isim, Şehzade Bayezid ya da Dündar Osmanoğlu olurdu. Onlar hanedanın günümüzdeki meşru temsilcileridir.”
Nihan dinliyordu ama onun gözünde tarihin belgeleri değil, insanların hikâyeleri vardı.
“Peki,” dedi sessizce, “o padişah nasıl biri olurdu? Halkıyla nasıl konuşurdu? Adalet, merhamet, cesaret taşır mıydı içinde?”
Emir için mesele netti. “Bir lider, stratejiyle hükmeder. Duygular devleti yönetmez.”
Ama Nihan içten içe düşünüyordu: Belki de duygusuz liderlik, bir imparatorluğu yıkıma götürmüştü.
Nihan’ın Empatik Bakışı
O gece Nihan, elindeki mektuplardan birini okudu. 1924 tarihliydi.
Bir Osmanlı torunu, sürgünde yazmıştı:
“Bir gün torunlarım kim olduğumuzu merak ederse, onlara söyleyin; biz gücü değil, asaleti kaybettik.”
Nihan mektubu sessizce katladı. Gözleri doldu.
“Belki de Osmanlı devam etseydi, padişah kim olacaktı değil de, nasıl bir padişah olacaktı sorusunu sormalıyız.”
Emir başını kaldırdı. “Yani?”
“Yani, bugünün dünyasında bir padişah akılla değil, kalple hükmetmeli. Halkın gözyaşını görebilmeli, adaleti hissettirebilmeli. Kadınların sesi olmalı, çocukların umudu olmalı.”
Emir derin bir nefes aldı. “Ama o zaman imparatorluk değil, insanlık olur.”
Nihan gülümsedi. “Belki de olması gereken buydu.”
Bir İhtimalin Portresi
O gece Emir ve Nihan, saatlerce konuştular. Belgeler, tarihler, isimler masada birikti.
Ama sonunda fark ettiler ki mesele isimlerde değil, anlamdaydı.
Eğer Osmanlı bugün yaşasaydı, tahtta kim olacağı değil, o kişinin kalbinde hangi değerleri taşıdığı önemli olurdu.
Belki tahtta Dündar Osmanoğlu otururdu.
Belki de halkın içinden, tıpkı geçmişin kahramanları gibi vicdanlı bir lider yükselirdi.
Ama her durumda, bugünün padişahı artık saraylarda değil, kalplerde hükmederdi.
Bir Milletin Sessiz Cevabı
Emir, mektuplardan birini dikkatle inceledi.
“Bak Nihan,” dedi, “burada ‘adalet mülkün temelidir’ yazıyor.”
Nihan başını salladı. “Ve o mülk, artık bir hanedanın değil, halkın.”
O an anladılar:
Eğer Osmanlı bugün devam etseydi, padişah kim olacaktı sorusunun cevabı bir isim değil, bir değerdi.
Adaletin, vicdanın, eşitliğin padişahı.
Gece ilerledi, belgeler yeniden sandığa kondu. Ama Nihan’ın kalbinde o soru kaldı:
“Belki de gerçek padişah, halkın içindeki iyilikti.”
Ve sen, okuyan kişi…
Sence, bugün Osmanlı devam etseydi padişah kim olurdu?
Bir hanedan mensubu mu, yoksa vicdanın ta kendisi mi?